SÜRGÜN TÜRKÜLERİ
”Yılmaz Güney”
”Biz, ömrümüzü gurbette geçirip gurbet türküleri söylemek istemiyoruz.”
Yılmaz Güney
Yılmaz Güney, Türkiye devrimci mücadele tarihinin yönetmeni, senaristi, aktörü ve edebiyatçısı olarak, sinematografisi ve kişiliği ele alındığında, bugünü dünden gören, bu doğrultuda yazan, yöneten, oynayan militan ruhlu bir yurtseverdi.
Yılmaz Güney’i değerlendirirken, onun Türk ve Dünya sineması için güçlü bir sanat adamı olarak taşıdığı önemin yanında, karakterini, zorluklarla geçen yaşamını, daima halktan yana olan politik duruşunu ve bir düşünce adamı olarak bu topraklar üzerindeki etkilerini göz ardı etmemek gerekir. O, Türk sinema sahnesinde yüzün üzerinde başrol oynamış bir sinema yıldızı olarak, özellikle 1970 sonrası yaptığı politik ve toplumsal sorunlara değindiği filmleriyle, bir nevi Türk sinemasında yeni bir çağ başlatmış ve etkileri günümüze dek uzanan bir sinema anlayışını hayata geçirmiştir.
” Türk sinemasının, herkesin içinde paylaştığı koşullarından gelmiş ama sonra ona kendince isyan etmiş bir adam Yılmaz Abi.”
” Bu işin zirvesindeyken isyan etmeyi başarmış bir adam.”
Ali Berktay
Yılmaz Güney’in aydın görüşü ve cesareti, çağdaşlarını ve kendinden sonrakileri, onun yolundan gitmek adına her zaman teşvik etmiştir. Güney’in yaşamını irdelemek demek, onunla birlikte sürgün ve hapis yıllarının, darbelerin, baskıların, acıların ve hiç yitmeyen umudun izinden gitmek demektir. Burada üzerinde durulması gereken en önemli nokta da, ülkesinde Türk ve Kürt halkları tarafından bu denli kabul görmüş sanatçı bir kişiliğin, baskıcı devlet politikalarıyla, sansürlenerek veya vatan haini ilan edilerek, ülkesinden kaçmaya zorlanmasıdır.
”Ben bir kavga adamıyım. Ben hapishanede beklerken, eğer orada kavga edemiyor olsaydım, oradan daha önce kaçardım. Daha önce de anlattım. İstediğim zaman cezaevinden kaçarım dedim. Zamanını bekliyorum dedim. Zamanı geldi ve kaçtım. Hapishaneden kaçtım. Türkiye’den kaçmadım.”
Yılmaz Güney
Sürecin devamında ise Güney’in, Fransa’da bir sinemacı olarak gördüğü değer, 1982 Cannes Film Festivali’nde, ‘’Yol’’ filmine Altın Palmiye’yi getirir. Fransa’da çektiği ve son filmi olan ‘’Duvar’’, cezaevinde tanıklık ettiği, çocuklar koğuşunda çıkan ve tüm cezaevine yayılan bir isyanın gerçek hikayesidir.
”Hapishane havası hepimizin üstüne sinmişti. Bazı işkence sahnelerini gerçek zannediyordum.”
”Birebir gerçeğin içindeyiz. Hile yok. Hilesiz bir film.”
Sema Kuray
”Duvar” bir sinema filmi olmanın ötesinde, Yılmaz Güney’in son kavgası ve bitmek bilmeyen mücadelesidir. Bugün dahi Güney’in mücadelesi bir çok anlamda etkilerini sürdürmekte, sanat ve düşünce dünyasında çeşitli biçimlerde kendini göstermektedir. Dönemin baskı ve yıldırma yöntemleri de bir çok farklı şekilde varlığını sürdürüyor. Gerek devlet eliyle, gerekse Güney’i ”anlayan ve sahiplenen” sermayenin eliyle.
Bu yüzden günümüz Türkiye’sinde, ülkenin sivil vesayet altında can çekiştiği, halkın otorite tarafından hiçe sayıldığı, gençlerin sokak ortasında devlet eliyle öldürüldüğü, yasama, yürütme ve yargı organlarının tekelleştiği, hak arayışının terör suçu sayıldığı göz önüne alınırsa, Yılmaz Güney’in sanatı ve yaşamını, hem sıradan bir vatandaş hem de bir yaratıcı olarak örnek almak gerekmektedir
Bu belgesel, bu güne dek Yılmaz Güney’in yaşamını konu alan yapımlardan ayrı olarak, sanatçının Fransa’daki son yıllarını, ”Duvar” filmini odak alarak anlatmaktadır. Yalnızca Yılmaz Güney’in yaşamı değil, onunla yola çıkan ve ondan derinden etkilenen, Türkiye’de ve Fransa’da halen daha sanatsal ve politik serüvenine devam eden aydınların, sanatçıların ve devrimcilerin hayatı da işlenmektedir. Türkiye’nin baskılarla dolu o zor günlerinde, kaçak olarak yaşamanın getirdikleri, aynı zamanda üreten ve sinema hayalinin peşinden gidenlerin öyküleri kendi ağızlarından aktarılmaktadır.
” Yani Paris, dünyanın en güzel şehirlerinden ama, sonuçta orada bir hapishanede yaşıyoruz. Bu anlamda düşündüğünüzde belki de dünyanın en güzel hapishanesinde yaşıyoruz.”
Ahmet Zirek